Yazan: Uzm. Klinik Psk. Rafi Balıkçı

Bir yakını kaybettikten sonra hissedilen acı, insanın elindeki en sıcak halindeki bir kömür gibidir. İlk anda o kömür avuçlarını yakar, dayanılmaz bir acı verir. Ellerinin her yerinde yanık izleri bırakır, gözyaşlarıyla birleşen duman, gözlerini yakar. Bu acı öyle büyüktür ki, kalbinin derinliklerinde hissedersin, ruhunu sarsar. Geceleri uyuyamazsın, gündüzleri o kömürün ağırlığını sürekli hissedersin.

Fakat zaman geçtikçe, o kızgın kömür yavaş yavaş soğumaya başlar. İlk başta hala sıcak, hala acı vericidir, ama zamanla ısısı azalır. Elindeki kömür, artık sadece bir köz haline gelir. O köz bile canını acıtabilir, ama eskiye göre daha katlanılabilir bir hal alır. Sonra bir gün gelir ki, o köz de soğur, tamamen kül olur.

Kül, elinde kalan tek şeydir. O artık yanmaz, canını acıtmaz ama izleri hep kalır. O küle baktığında, bir zamanlar ne kadar sıcak olduğunu hatırlarsın. Kül, sevdiğin kişinin hatıraları gibi, geçmişin izlerini taşır. Ellerinde hala biraz siyahlık kalmış olabilir, ama bu sana artık zarar vermez. O kül, yaşanan acının bir hatırası, kaybedilenin bir sembolü olarak kalır.

Aynı kömürün küle dönüşmesi gibi, yas sürecindeki acı da zamanla değişir. İlk başta dayanılmaz olan acı, zamanla hafifler ve sonunda kabul edilebilir bir hal alır. Kaybedilen kişi, küle dönüşen kömür gibi, anılarında yaşar. O külü avuçlarının içinde taşırsın, sevdiğin kişiyi ve yaşadığın acıyı unutmadan, ama artık onlarla barış içinde. O kül, hayatının bir parçası olur, ama seni yakmaz.