Bilincin dansı bilinçdışının ezgilerini sergiler.
Bilinç dansıyla bilinçdışının ezgilerini fısıldar. Dans müziğin kokusudur. Müzikten
yayılır. Dansa anlamını veren müziğin ritmidir. Terapistler kulaklarını danışandaki bu
gizli ezgiyi duyabilmek için özel olarak eğitir. Gündelik duyuşun ötesindedir bu. Başka
bir duyma şeklidir. Terapist de danışanı, ona kendini dayatan müziğe karşı eğitmeyi
amaçlar. Danışan bu sayede kendi orkestrasının şefiyle tanışma fırsatını yakalar.
Danışanın ego kapasitesi zenginleştiğinde de, ona dayatılanı değil, kendi arzuladığı
ritimleri talep ederek, arzu ettiği dansı sergilemeye cesaret eder. Danışan kulaklarını
müziğine kapatmaktansa, kendi dansını talep etmeye doğru bir yolculuğa başlar.
Terapi bir şikâyet söylemiyle başlar. Ancak şikayet ediyor olmak, kişinin iyileşmeyi
istediği anlamına gelmeyebilir. Semptomu öznenin kiracısı gibi düşünelim. Semptom
öznede ikamet ettiği sürece ona bir kira bedeli ödemektedir. Peki kişi bu durumdan
neden şikayet eder? Kişiyi terapiye getiren edindiği kira ücretinin artık onun için yaptığı
harcamaları karşılamıyor oluşudur. Ruhsal mekanizmada bir şekilde ekonomik bir
bozulma gerçekleşir. Bu durumda danışanlar, terapisti bir arabulucu olarak
semptomuyla konuşmaya davet eder. Özne yıllarca semptomuyla bir arada yaşamıştır.
Ancak bugün bir şeyler olur. Artık aralarındaki ekonomik sözleşme sürdürülemiyordur.
Bu durumda öznenin kiracıyı çıkartıp, bu evde oturmayı seçmesi beklenebilir. Ancak
özne yasalara göre ömür boyu bu kendi evinde ikame edememe halindedir. Ne yazık ki
kendi evinden dışlanmıştır. Daha da ilginci, kendi evinden taşınması da mümkün
değildir. Tam olarak hem orada olan, hem de orada olamayandır. Hem kendi evinin
misafiri, hem misafir olduğu evin sahibi olandır. Doğası gereği böyle garip bir yere
konumlanmıştır. Durum böyleyken, öznenin tek gelir kaynağı olan semptomundan
tatmin edici bir ödeme alamaması dayanılmaz gelir. Özne, bu bölünmüşlüğündeki
ekonomik keyfi artık bir şekilde sürdürememektedir. İşte bu noktada, hastalığını eskisi
gibi sürdürebilmek adına, terapiste bir arzu iletir. Bu, bireyi terapiye getiren
semptomuyla uzlaşı talebidir. Çünkü semptomu, birey için artık yeterli işlevsellik
gösterememektedir.
Semptom öznedeki çatışmanın izidir. Çatışma bir arzuyu imler. Arzu ise bir
eksikliği… Öznedeki bu eksik daima telafisini arar. (“Bir semptomun oluşumu, olmayan
başka bir şeyin yerine konan bir şeydir [ikamedir].”) (Freud, 1999, s.315). Semptom
soruya bürünmüş bir cevaptır. Kendimizi tanımak konusunda büyük bir zenginlik içerir.
Bilinç için bir soru, bilinçdışı içinse bir cevaptır. Konuşur. Ancak sözleri daima eksiktir.
Sözlerinde dile taşıyamadığı bir boşlukla konuşur. Aslında bir boşluğu doldurmak
üzere konuşur. Ve bu boşluk olarak konuşur. Benlik, dikişlenemeyen bu boşluğun
semptomudur.
KAYNAKÇA
Freud, S. 1999, Psikanalize Giriş Dersleri (Çev: Budak, S), 4. Baskı, Öteki Psikoloji
Yayınları, Ankara.